Asrın iftirasını bizzat manşet yapan, bu memleketin Atatürkçü, yurtsever, demokrasiye bağlı subaylarını “cami bombalayan, dinsiz katiller sürüsü, fuhuşçu casuslar” olarak sunan gazetecinin babası öldü... Hulusi efendi derhal taziye mesajı gönderdi, “duyduğunuz acıyı yürekten paylaşıyorum, size sabır diliyorum” dedi.



Genelkurmay başkanlarına “gizli yahudi” diyen, Atatürk’e  kin kusan, Akp politikalarına karşı çıkanlara “pezevenkler, kaltaklar, orospular, köpek oğlu köpekler, embesiller, kitapsızlar” diyen karşıdevrimci gazeteci öldü... Hulusi efendi, bu gazetecinin başyazar olduğu Atatürk düşmanı köktendinci gazeteye derhal taziye telefonu açtırdı, “haksızlığa karşı en zor zamanlarda konuşmasını bilmiş ve dik duruşundan asla taviz vermemiştir, Türk gazeteciliği açısından yeri doldurulmayacak bir boşluk oluşmuştur” denildi, “genelkurmay başkanlığı adına başsağlığı” dilendi.



Atatürk’e firavun diyen, 29 Ekim 1923’ü, yani Cumhuriyet’in ilan edildiği tarihi “değerlerimizden kopma tarihi” olarak nitelendiren, “ne mutlu Türküm diyene” diyemeyen, “ne mutlu müslümanım diyene” diyen, Türk kimliğiyle müslüman kimliğini sanki birbirlerine karşıt kavramlarmış gibi gösteren dinci yazar hastalandı... Hulusi efendi koşa koşa evine ziyarete gitti, çocukluğundan beri kendisini okuduğunu filan anlattı.



“Atatürk’ün kız çocuklarına alkol içirdiğini, ırzına geçtiğini” yazan, “Atatürk’ün manevi kızıyla yattığını” yazan, Fethullah Gülen’i eleştirenlerin “psikopatik düşmanlar olduğunu” yazan, kumpas tetikçisi bavulcu gazeteci Mehmet Baransu’nun “ruhu iyi adam” olduğunu yazan, karşıdevrimci gazetenin yazarı hastalandı... Hulusi efendi koşa koşa hastaneye gitti, geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. Aynı yazar, Hulusi efendinin ziyaretini eleştirenler hakkında “kuyruğuna bastıklarım, rögar fareleri, kurbağalar gibi vıraklıyorlar, kuçu kuçular, enik ciyaklaması, tasmalılar” diye yazdı.



Yandaş medyanın tetikçi gazetecileri, feto kumpasını alkışlarken, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne açıkça küfrederken... “Balyoz davası Nazilerin yargılandığı Nürnberg mahkemeleri gibidir, TSK lağvedilsin, darbeciler kuyruklarından yakalandılar, darbeci neslin tasfiyesi tamamlandı, komuta kademesi komple imha edilmeli, cuntacıların uzantıları olan gazetecilere kafa yorulmalı, vicdansız katiller, darbecilik gözlerini bürümüş, darbecilerin içinde yeralan İstanbul sermayesi yargı önüne çıkarılmalı” diye yazarlarken...

Hulusi efendi genelkurmay ikinci başkanıydı.

Gıkını çıkardı mı?

Tepki gösterdiğini duyan var mı?



Kelimesi kelimesine not ettim, hepsi arşivlerde duruyor, hepsine internetten ulaşmanız mümkün, lütfen sabırla okuyun...



Dinsiz

Vicdansız

Ahlaksız

Rezil

Vatan haini

Millet düşmanı

Kalleş

Tecavüzcü

Pespaye

Kepaze

Tiksiniyorum

Utanılan meslek

İğrenç, katil, cani, suç şebekesi, ahmak, kafatasçı, namussuz, zalim, lekeli, utanmaz, ikiyüzlü, onursuz, çürümüş, sefil, palavracı, köle tüccarı, çarpık, yamuk, sakat, kanunsuz, zihinleri travmatik, lanetli, haddini bilmez, terbiyesiz, din sömürücüsü, beyinsiz, korkak, yüreksiz, salak, kendilerini padişah sanıyorlar, mezhep kışkırtıcısı, iftiracı, komik, kaypak, kirli dolaplar çeviren kafa, pişkin, suratsız, suçlu, bunlar orada oturduğu sürece rahat uyuyamayız, sahtekar, mafya, çete, kirli tertip, şaşı, kör, bombadan tehlikeli, gırtlağına kadar çamura batmış tipler, Patagonya ordusunun zavallı generalleri, Yunan ordusu gibi, Sırp katillerinden farksız, Allah’ın evini bombalayacaklar, millete ateş açacaklar, muz cumhuriyeti paşası, iyi ki bunlarla savaşa girmemişiz, Türkiye bağırsaklarını temizliyor.



Yandaş medyada Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında bunlar yazılırken, Hulusi efendi kuvvet komutanıydı.

Çıt çıkardı mı?

Tepki gösterdiğini gören var mı?



Hal böyleyken...

Chp milletvekili Ali Mahir Başarır, tank palet fabrikamızın Katar’a verilmesinin aslında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hakaret olduğunu söyledi.

Vay sen misin söyleyen...

Hulusi efendi ateş püskürdü.

“Hesabını soracağız” filan dedi!



(Tank her ordu için önemli silahtır.

Ama Türk ordusu için silahtan öte anlamı vardır.

Meseleye yeni başlayanlar için hatırlatalım...)



(Büyük Taarruz’un savaş planlarımızdaki orijinal adı “sad” harekatıydı. Arap alfabesinin “sad” harfiydi. Kozmik gizliliğe sahip taarruz planlarımızın üzerine “ص” işareti konuluyordu.

Türk ordusunun savaş alanına dizilişini kağıda çizerseniz, karşınıza “ص” şekli çıkar... Mustafa Kemal bu yüzden bu kod adını vermişti.

“ص” harfinin kuyruk kısmına süvarileri yerleştirmişti.

Çengel gibi saplayacaktı.

Süvarilerin farkında bile olmayan Yunan karargahı, Türk ordusunun Afyon’dan, sıklet merkezinden taarruz edeceğini zannediyordu.

Hesaplarını buna göre yapmışlardı, savunma hatlarını bu tahmine göre oluşturmuşlardı.

Tren hatları ellerindeydi, ayrıca dört bin kamyonla ikmal sağlıyorlardı, piyade ve silah sayıları katbekat fazlaydı, açık araziden ve karşıdan gelecek taarruzu rahatlıkla defedebileceklerini düşünüyorlardı.

Oysa vaziyet hiç de hesapladıkları gibi değildi.

Süvarimiz kılıç gibi ileri atıldı.

Sarp kayalık bölge olduğu için Yunanların savunmaya gerek görmediği Ahır Dağı üzerinden arkaya sızdılar, işgal ordusunun cephe gerisini adeta salam gibi dilimlemeye başladılar.

Fahrettin Altay komutasındaki süvarilerimiz, hayalet misali bir oradan bir buradan çıkıyor, birliklerin arasına dalıyor, blok halinde hareket etmesi gereken Yunan ordusunu dilim dilim bölüyorlardı.

Birbirleriyle irtibatları kesilen, önünü arkasını kaybeden Yunan tümenleri çil yavrusu gibi dağıldı. Çareyi İzmir’e doğru kaçmakta buldular. Korku ve panik gözlerinden okunuyordu. Çok hızlı ve amansız takip vardı. Ecel, yani süvarilerimiz peşlerindeydi.

İnanması gerçekten güç ama, kovaladıkları Yunan askerlerinden bile önce İzmir’e giren süvarilerimiz oldu.

200 bin kişilik devasa Yunan ordusunu kağıt gibi yırtıp gelmişlerdi, dayanamayıp, gözü karartıp şehre dalmışlardı.

Büyük Taarruz’un omurgasını oluşturan “süvari” kavramı, yıllar geçtikçe, çağın koşulları gereği zırhlı birliklere dönüştü, halk arasında “tankçı” tabir edilen sınıf, günümüzün süvarileri oldu.

Mustafa Kemal tarafından öylesine önemseniyordu ki, 1921’den itibaren Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı süvarilerden oluşuyordu.

Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı, aynı silsileyle, aynı duygularla, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da tankçılardan oluşuyordu.

Bilahare, muhafız alayının yapısı değiştirildi ama, Cumhurbaşkanlığı Atlı Merasim Birliği, süvarilerimizin onursal yerini korudu.

Süvari eşittir tank, tank eşittir süvari olduğu için, milli tank projemize efsane süvarimiz Fahrettin Altay’ın soyadı verildi.

Ki zaten, Fahrettin Altay’a da Altay soyadını Atatürk vermişti.

Kısaca ve hoyratça “tank palet fabrikası” denilen, işte budur.

Milli mücadele ruhudur.

Türk süvarisidir.)



(Dünya tarihindeki ilk düzenli ordu millattan önce 209 yılında kurulan Türk Kara Kuvvetleri’dir.

O ilk ordu 12 bin süvari’den teşkildir.

Türk milletinin ordusunu bu tarihi derinliğe götüren ve bugüne kadar yaşatılan tek sembol süvari’dir, bugünkü anlamıyla tank’tır.)



(Canımın istediğine veririm, Katar’a veririm denilemez.)



(Türk tankının elaleme emanet edilmesi, Türk süvarisinin atına takılan nal değil, milli onurumuzun tabutuna çakılan çividir.)



İşte bu nedenle, kumpas dönemlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yapılanları asla unutmuyoruz...

İşte bu nedenle, Ali Mahir Başarır gibi milletvekillerimizle onur duyuyoruz.